HİPERAKTİF ÇOCUKLAR

Anne babaların ve çevrenin afacan, yaramaz, yerinde duramayan, haşarı, ele avuca sığmaz, kıpır kıpır diye niteledikleri çocukların bir bölümü aslında hiperaktif çocuklardır. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, erkek çocuklarda kızlara oranla 3-6 kat daha fazla görülüyor. Bu çocuklarda sürekli hareketlilik ile beraber dikkat eksikliği ve sinirli olma durumu sıktır.

Anne babaların ve çevrenin afacan, yaramaz, yerinde duramayan, haşarı, ele avuca sığmaz, kıpır kıpır diye niteledikleri çocukların bir bölümü aslında hiperaktif çocuklardır. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, erkek çocuklarda kızlara oranla 3-6 kat daha fazla görülüyor. Bu çocuklarda sürekli hareketlilik ile beraber dikkat eksikliği ve sinirli olma durumu sıktır.
Dikkat eksikliği belirtileri başka nedenler yok ise :
Dikkatlerini uzun süre toparlayamazlar , başladıkları işlerin sonunu getirmekte güçlük çekerler , dikkat gerektiren günlük işlerden kaçınırlar, eşyalarını sık sık kaybederler , günlük işlerde unutkanlıkları vardır, işlerini düzensiz ve dağınık yaparlar , genelde bir işten diğerine çok sık geçiş yaparlar, karşısındakini dinlememe sık sık konu değiştirme görülür, dikkatleri ilgisiz uyaranlarla sık sık dağılır, çalışmaları plansızdır , emirleri anlamakta güçlük çekerler, yaptıkları işlerde dikkatsizce hatalar yaparlar.
Hiperaktivite belirtileri başka nedenler yok ise :
Yerinde duramama hali vardır, devamlı kıpır kıpır haldedirler, kendi yaşıtlarına göre belirgin farklılık ile sürekli hareket halindedirler, Her şeye karışma , mobilyaların üzerinde gezme , ev içinde koşuşturma , bir iş yaparken sık sık ayağa kalkma gezinme halindedirler, konuşmanın sonu gelmeden araya girerler, başkaları onların sözünü kesememekten yakınır, elleri ayakları kıpır kıpırdır, ellerinde sürekli bir şeylerle oynarlar, olası sonuçlarını düşünmeden tehlikeli işlere girme görülür, sakinlik isteyen grup içi etkinliklere katılmakta zorlanırlar, etraftaki insanlar tarafından sık sık hareketlilik konusunda uyarılırlar.
Hiperaktivite ve dikkat eksikliği olan çocuklarda:
Okul çağından önce ve okul çağında hareketlilik ve dikkat eksikliği belirgin olarak göze çarpar. Bu dikkat eksikliği ve hiperaktivite özellikleri sadece bir ortamda değil birkaç ortamda kendini belli eder . Hiperaktif çocukların , özellikle okul döneminde göreceli bir başarısızlık ve sık sık öğretmeninden uyarı alma görülür. Derse konsantre olamadığı ve dikkat eksikliği olduğu için , çoğu zaman zeka normal hatta normalin üstünde olmasına rağmen derslerde başarısızlık görülür.
Tedavi konusunda ilaç tedavisi ön plandadır. Türkiye’de mevcut ilaçlar ile dikkat eksikliği ve hiperaktivite semptomları büyük oranda kontrol altına alınabilmektedir. Gerekirse ilaç tedavisinin yanı sıra ek olarak pedagojik eğitim ile dikkat süresini artırma ve davranışçı yaklaşımlar vardır. İlaç tedavisinin ne kadar devam edeceğine klinik görünüm ve belirtilerin devam etmesine göre karar verilir.

EPİSTAKSİS

Epistaksis bunlara rağmen kendi kendini sınırlar ve konservatif olarak yaklaşılır. Sıklığı soğuk kış aylarında, ani ısı değişikliklerinde ve kuru sıcaklıkla artar.

Orjinini internal ve eksternal karotis arterlerden alan ve en sondaki burun mukozasından kanayan potansiyel olarak önemli olabilen özellikle zayıf ve yaşlılarda tehlikeli olabilen bir durumdur. Epistaksis bunlara rağmen kendi kendini sınırlar ve konservatif olarak yaklaşılır. Sıklığı soğuk kış aylarında, ani ısı değişikliklerinde ve kuru sıcaklıkla artar.

PATOFİZYOLOJİ:
Epistaksis genelde iki kategoriye ayrılır. Anterior epistaksis özellikle gençlerde; posterior epistaksis ise yaşlılarda yaygındır. Kanamanın orjinini tedavi için yol göstericidir.

Kanamanın sık sebepleri:
İnfeksiyon
· Rinit
· Nasofarenjit
· Sinüzit

Travma
·  Self-induced (kişisel nedenler)
·  Fasiyal kemik fraktürleri
·  Nasal yabancı cisim
·  İyatrojenik
·  Nasal cerrahi
·  Lokal irritanlar (nasal spreyler, kokain kullanımı, kimyasal irritanlar, kuru nasak mukoza)

Allerjik rinit Atrofik rinit
Hipertansiyon ve aterosklerotik kardiyovasküler hastalık
Tumorler (benign veya malign); primer veya sekonder.
Kazanılmış veya herediter koagülopatiler
Herediter hemorajik telenjiektazi
 
ANATOMİ:

Burnun solunan havayı ısıtma ve nemlendirmesi için iyi bir kan dolaşımına ihtiyaç vardır. Bunlar internal-eksternal karotid arterlerden çıkar. Nasal kavitenin posterior ve inferioru Maksiller arterin dalı olan Sfenopalatin arterden beslenir. İnternal karotid arterin Oftalmik dalı anterior ve superior nasal kaviteyi besleyen anterior-posterior Etmoidal arterleri verir. Nasal septum kanlanmasını multipl arterlerden alır. A. Fasiyalis’in a. Labialis superior dalı; vastibul ve infero-anterior septumu besler. Posterior ve superior septum sfenopalatin, anterior etmoidal ve posterior etmoidal arterlerin dallarını alır. Bunların tümünün birleşmesiyle Kisselbach pleksusu oluşur.

ANTERİOR EPİSTAKSİS:
Kisselbach pleksusundan köken alır ve epistaksislerin %90’nı oluşturur. Bu bölge karıştırma bölgesidir, hem de çevresel etkenlerden oluşan çarpma ve hava kuruluğuna çok dayanaıksızdır. Anterior kanamalar mukozal hiperemiyle birçok nedenle oluşabilir. 
Herediter hemorajik telenjiektazi veya Osler-Weber-Rendu hastalığı nadirdir. Fakat şiddetli, rekürren burun kanamalarının nedenidirler. HHT, otozomal dominant, GİS’te, havayolunda baştan sona kadar mukozal telenjiektaziyle seyreder.

Klinik bulgular:
Anamnez:kanamanın lokalizasyonunda kıymetli bilgiler sağlar.
Şu soruları içermelidir:
·  Hangi taraftan kanıyor,?
·  Boğazdan geriye kanama hissi varmı?
·  Epistaksis öncesi anamnezinde travma, baş-boyun tümörü, radyasyon tedavisi,baş-boyun cerrahisi varmı?
·  Aile öyküsünde kanama bozukluğu varmı?
·  Antikoagülan, aspirin, NSAİ, ilaç kullanıyormu?
Anterior epistaksis sıklıkla görülen alandan kanar. Bununla birlikte görmek için ışık ve aspirasyon gerekebilir. Hastalar kafa aynasıyla muayene edilir. Önlük giydirilmelidir. Sandalyede geriye yaslanmış olmalı ve başını hafif öne eğmiş olmalıdır.
Tam muayenede vital bulgular, orofarenks ve nasofarenks muayenesi, sistemik koagülopati bulguları genel muayenede bakılmalıdır.
Laboratuvar incelemeleri rutin olarak gerekli değildir.
Tedavi: Anterior epistaksisin tedavisi direkt basınç uygulanması, vasokonstrüktör ajanlar, nasal tampon ve koterizasyonu içerir. Hipertansiyona bağlı akut kanamalarda ilk yapılacak stabilizasyon girişimi hemoraji odağının direkt kontrolüdür. Kanamanın kontrolü sonucu fazla kan kaybına rağmen anksiyete çözülür ve genellikle kan basıncı düşer.
Anterior epistaksisin bir çok episodunda burna direkt basınç uygulanabilir. Burun başve orta parmaklarla işaret parmakları arasına alınmasıyla elastik bölgeye kompresyon uygulanır. Basınç devamlı olarak 10-15dk. sürdürülmelidir. Parmak bırakılınca kanama durmamışsa devamlı kanama sonucu pıhtı formasyonu oluşmamıştır.
Vasokonstrüktif Ajanlar  bütün diğer tedavi şekillerinin birleşimiyle birlikte kullanılabilir. Yaygın kullanılan ajanlar:
·  Fenilefrin (neo-synephrine) 0.5-1.0konsantrasyonunun %1 lidokainle karışımı
·  Oksimetazolin (afrin,iliadin sprey) %0.05 konsantrasyonunun %4 lidokainle karışımı
·  Epinefrin 0.25ml 1/1000 konsantrasyonunun 20ml %4 lidokainle karışımı
Vasokonstrüktif spreyler atomizerle, pamuk bezle nasal kaviteye  verilebilir. Kanama yeri görülüyorsa pamuklu bezle verilmesi daha uygundur. Bu uygulamayla mukoza bölgesinde çok iyi kontrol sağlanır ve  bölgeye direkt basınç uygulanabilir.
Şayet kanama yeri önde görülebiliyorsa elektrokoterle veya silver nitratla koterize girişim yapılabilir.

 Koterle gelişigüzel girişim yapılmamalıdır. Septal perforasyona neden olabilir. silver nitratın uygulanması iyi görülebilen anterior burun kanamalarının tedavisinde kullanılır. Bunda girişim sonrası kanama dursada bölge göze hoş görünmez. Kimyasal ajanlarla oluşan kanamalarda koterizasyon zordur. 
Elektrik ve termal koterizasyon yapılabilir (otolaringojistlerce). Bunda koterizasyonda derinlik tahmini zordur. Önemli travmalarda septal kartilajda ve burun cildi çevresindeki nasal mukozada görülebilir.
Anterior nasal tampon: bu direkt basınç, vasokonstrüktörlerin başarısız olduğu durumlarda kullanılır. Nasal tampon ve süngerler epistaksisi etkili tedavi ederler. Nasal tamponlar başlangıçta rijittir, nasal kaviteye doğru septumda yönlendirilir. Bunlar sentetik lastik benzeri materyaldir. Uygulandıktan sonra kan emerek veya izotonik uygulanmasıyla genişlerler.tampona suda eriyen antibiyotikli pomat uygulanabilir. Bu da tamponun suda şişmesine yardımcıdır. Yeni ticari tamponlar geleneksel olanlardan daha rahat kullanılır, kolay uygulanır, kullanımı popülerdir. Diğer metotlar yetersizse, kanamanın kontrolü zor olduğu zaman geleneksel anterior nasal tampon uygulanabilir.
tampon; ilk tabakaya vazelin emdirilmiş tampon striple takılır(.2-3cm bırakılarak). ilk tabaka boğaza doğru nasal spekulumla yerleştirilir. İkinciside hemen hemen aynı tarzda yerleştirilir. İlk tabaka üzerine forsepsle aynı şekilde yerleştirilir. Sonraki tabakalar aşağıya baskı yapılarak, sıkıca kat kat emniyetli şekilde yerleştirilir.. komple nasal tampon birkaç noktada olan kanamayı durdurabilir.
Antistafilokokkal profilaksiye rağmen tampon sonrası toksik şok vakası bildirilmiştir. Travmayla beraber uygulanan antibiyotikli pomatlarla nasal bakteride ve bakteriyemi episodlarında azalma görülmüştür. TŞS önlemek için Cephaleksin (250-500 mg qid) veya  amoksisilin/klavunat  (150-300 mg tid) verilebilir. Hastalar bunu tolere edemiyorsa klindamisin (150-300 mg qid) veya trimetoprim/sulfomethaksazol ikinci seçenek olarak uygundur. 
%25 hastada uygun konulmayan anterior tampon kanama kontrolünde yetersiz kalır. Bunlarda KBB konsültasyonu yapılmalıdır. Tekrar nasal tampon uygulanabilir.
Anterior tampon oldukça benign bir uygulamadır. Komplikasyonları;
Tamponun yerinden çıkması, sinüzit, septal nekroz ve nadiren TŞS olabilir. birkaç hastada nasal tampon sonrası ateş, rash, bulantı veya kanama varsa  TŞS’dan şüphelenilmelidir.
Çocukta anterior tampon: anterior epistaksis çocuklarda oldukça yaygındır. Çoğunlukla kanama idyopatik ve üst solunum yolu enfeksiyonuyla ilgilidir. Tedavide direkt basınç uygulanır, nadiren tampon gerekebilir. Sedatize edilebilir.
Anterior nasal tampon çıkarma: 2-3. günlerde çıkarılmalıdır. Aynı seviyede 5cc normal SF ile rehidratasyonla yapılabilir.

POSTERİOR EPİSTAKSİS:
Acile müracaat eden tüm epistaksislerin %5’ni oluşturur. Yaşlılarda çok yaygındır. Nasal kavitenin arkasındaki büyük damarlarda aterosklerozisle ilgisi olduğu sanılmaktadır. Hipertansiyon katkıda bulunur. Bir çalışmada posterior epistaksisli hastaların %64’ünde önceden hipertansiyon bulunduğu saptanmıştır. posterior epistaksisli %48 hastada hipertansiyonun sistolik 180 ve diastolik 110mmHg’dan yüksek olduğu bulunmuştur. Kanama genelde posterior sfenopalatin arterden olur. 
Klinik bulgular: kanama sıklıkla bol miktardadır ve kontrolü zordur. Kanama sıklıkla posterior farenksten aşağıya ve her iki burun deliğinden akıntı şeklinde olur. Kanamayı görmek için fiberoptik nasofaringoskop gerekebilir. 

Ne zaman olursa olsun kanamaya anterior tampon uygulanırsa posteriora kanama açısından dikkatli olmak gerekir. Vital bulgular, baş, boyun ve nasoferengeal muayene dikkatlice tam olarak yapılmalıdır. Sistemik koagülopati araştırılmalıdır.
Posterior epistaksisli hastada morbidite ve mortalite açısından risk vardır. Lab. İncelemeleri yapılmalıdır. Hb. Hct. Kan grubu, transfüzyon açısından değerlendirilmelidir. INR/PTT bakılmalıdır. IV yol açılmalıdır.
Posterior Nasal Tampon: Posterior epistaksisin tedavisi, posterior nasal tampondur. Direkt basınç yapılmaz. Posterior epistaksiste en iyi koterize yaklaşım otolarengolojist tarafından yapılabilir. Posterior epistaksisteki güçlü koterizasyon girişimi neredeyse imkansızdır ve kanamanın artmasına neden olabilir. Uzun süren koterizasyon girişimi yaygın hasar yapabilir. Posterior epistaksis tedavisinde vasokonstrüktçr ve anestezik ajanlar anteriordaki kanama gibi kullanılır.
Geleneksel olarak hekimler ipek düğümle ve bez rulo kullanıp posterior nasal tampon yaparlar. Gerçekten bu prosedür zordur ve zaman alır. Bugün pratikte nasal sünger, nasostat epistaksis balon ve storz epistaksis katater kullanılır. Bu gelişmiş aletlerle epistaksis hızlı ve minimal hazırlıkta kontrol edilir. Posterior epistaksiste nasal tampon kullanımı anterior epistaksistekiyle aynı şekilde ele alınır. Uzun süngerlerin kullanımı anterior-posterior her iki tamponu içerir. Bu prosedürde nasal kateter takılmasında şu yol izlenir:

1-nasal kaviteye vasokonstrüktörlerle anestezik ajanlar verilir.
2-Nasal kaviteye sızma varsa anterior balon 25ml suyla, posterior balon 8ml suyla şişirilip test edilir. Şayet sızma yoksa su çıkarılır.
3-Alet %4 Lidokainle sıvanarak nasofarenkse takılır. Bunlarda ağız açılır ve kataterin distal balonu posterior fornikste görülene kadar ilerletilir.
4-Posterior balon yavaşça 4-8ml suyla doldurulur. Alet anteriordan posterior nasofarenksi kapatana kadar çekilir.
5-Traksiyonla önden çekilirken, anterior balona yavaşça 10-25ml su verilir. Böylece anterior tampon sağlanır. Balon şişerken anlamlı ağrı varsa acilen stoplanır. Bazı rahatsızlıklar normalde olabilir.
6-Bilateral tampon kanamayı mutlaka kontrol eder.
7-Analjezik genellikle gereklidir.

Şayet bu gelişmiş katater yoksa bir foley katater posterior tampon için kullanılır. Bunda foley katater örneği yukarıdaki gibidir, ama bazı farklar içerir. Bu tüp foley kataterin ucunun kesilip düzeltilmesiyle olacak olan posterior farenks stimulasyonundan kaçınılmalıdır. Foley katater anteriordan çekilir ve eksternal septumdan ileri doğru çekilip katater transvers olarak ortasından klemplenir. Nasal kanatla klemp arasına, nasal kanata konulan ped nedeniyle nekroz olup olmadığı kontrol edilmelidir.
Bu prosedürde hastaya posterior nasal  tampon takılırken hasta çok rahatsızdır ve streslidir. Takıldıktan sonra sedasyon gerekebilir. posterior nasal  tampon önemli morbidite içerir. Yutkunma zorluğu, hipoventilasyonla hipoksi, östaki tüp disfonksiyonu, otitis media, disritmiler, kardiyak arrest, tamponun havayolu içine çıkması, nasal kanat-damak ve nasal mukozanın aseptik nekrozunu içerir.

Embolizasyon ve ligasyon:
yukarıdaki yöntemlerle kanama durmazsa yapılır. Özeldir, ve eğitilmiş hekim gerekir. Eksternal karotid arterler lingiunal dalın distalinden bağlanır. Etmoidal ve maksiller arterlerin ligasyonuyla kanamanın kontrolü başarıyla yapılabilir. 
Anjiografik embolizasyon kanama noktası bilinenlerde ve ligasyona cevap yoksa, yetersizse kullanılabilir. %96 başarısı vardır. Tesadüfen komplikasyon olarak oftalmik ve serebral arterlerin embolizasyonu nörolojik ve oküler komplikasyonlar için risk taşır. Usta ellerde emboliler düşük morbidite ve önemsiz mortaliteye sahiptir.
Not: bütün posterior epistaksislide otolaringolojistlerle acilde konsültasyon yapılmalıdır. Uzman gelene kadar balonla kanamanın kontrolü için çalışılmalıdır. Çünkü posterior kanamanın mortalite ve morbiditesi fazladır. Genelde profilaktik antibiyotik verilmelidir.

KABAKULAK

Kabakulak Tükrük bezleri ve sinir dokularına yerleşmeyi seven özel bir virüs tarafından çocuk ve erişkinlerde meydana getirilen bulaşıcı bir hastalık.

Kabakulak Tükrük bezleri ve sinir dokularına yerleşmeyi seven özel bir virüs tarafından çocuk ve erişkinlerde meydana getirilen bulaşıcı bir hastalık. 

Daha çok çocuklarda görülen bulaşıcı bir hastalıktır. Hastanın ağzından çıkan
tükürük damlacıklarıyla bulaşır.
Tıp dilinde parotitis epidemica denilen bu hastalık; genellikle kulak altında
bulunan tükürük bezlerinin iltihaplanması sonucu ortaya çıkar. Kuluçka devresi,18 gündür. 
Hastanın ateşi birdenbire yükselir, genel bir halsizlik görülür. Çok defa
kulağın ön ve altında bulunan tükürük bezleri şişer ve acıma hissi duyulur.
Yanak ve kulağın altı kabarır, kulak memesi de hafifçe yukarı doğru kalkar.
Ağızda kuruluk, dilde pas vardır. İştah da azalmıştır. Bu durum birkaç gün
devam ettikten sonra tükürük bezlerindeki şişlik yavaş yavaş kaybolmaya ve
hasta iyileşmeye başlar. 
Hastalığın kendisi çok tehlikeli bir hastalık olmadığı halde; başka
hastalıklara zemin hazırlar. Bu hastalıklar arasında; pankreas, gözyaşı keseleri,
böbreküstü bezleri, erkeklerde husyeler, kadınlarda yumurtalıkların etkilenmesi
önemli sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle en iyi şekilde tedavi edilmesi gerekir.
Hastanın sağlıklı kimselerle konuşması, görüşmesi önlenir. Sulu yiyecekler
verilir. Kabız olmaması sağlanır. 

Kabakulak virüsünün yaptığı hastalık, 16-18 günlük bir kuluçka devresinden
sonra ortaya çıkar. Hastalığa maruz kalan şahısların yaklaşık % 30-40’ı
herhangi bir hastalık belirtisi olmadan hastalığı geçirirler. Geri kalan
şahıslarda değişen şiddetlerde hastalık kendisini gösterir. 

Belirtileri: 

Vak’aların çoğunda virus, tükrük bezlerini tutar. Hastalık ateş, titreme,
kırıklık, kulağın önünde çiğnemeyle artan ağrı ve buradaki tükrük bezinde şişme ile başlar. Nisbeten sık görülen diğer belirtileri arasında, beyin iltihabı ve
erişkin erkeklerde yumurtalık iltihabı yapması sayılabilir. Daha az sıklıkta
pankreas ve tiroit bezlerini de tutabilir. Kabakulağın bu çeşitli belirtileri
birlikte veya ayrı ayrı görülebilir. 

Tükrük bezine ait belirtiler, hastalığın şiddetine bağlı olarak 1-6 günde
geçer. Genellikle her iki yanaktaki tükrük bezlerini birden tutar ve daha ileri
durumlara yol açmaz. Erişkin erkeklerde % 20-30 oranında yumurtalık iltihabı
(orşiepididimit, orşit) yapabilir. Yaygın kanaatin aksine bu durumun kısırlık
ve iktidarsızlığa yol açması sık değildir. % 10 vak’ada menenjite (beyin zarı
iltihabı) sebep olur. Menenjit, ateş, baş ağrısı, kusma, ense sertliği ile
kendini gösterir; genellikle 5-10 günde kendiliğinden iyileşir. Sağırlık çok
nadir olarak görülür. 

Kabakulak, daha çok 5 ila 10 yaş grubunu tutar. Kabakulak enfeksiyonlarının %
85’i 15 yaşın altında geçirilir; hastalık diğer bütün yaşlarda da görülebilir.
Her ikilim ve bölgede hastalığa yakalanabilinir. 

Kabakulaklı bir nhasta, belirtilerin başlamasından birkaç gün öncesinden, tükrük bezindeki
şişlik geçene kadar olan sürede (yaklaşık 7-10 gün) hastalığı bulaştırabilir.
Kabakulak virüsü tükrük ile atılarak bulaşmayı sağlar. Hastalığın yayılmasını
önlemek zordur. Hastanın tecrit edilmesi ve karantina metodları bir derece
etkilidir. Hastalık bir defa geçirildikten sonra ömür boyu bağışıklık sağlar. 

Hastalıktan korunmada en etkili metod aşıdır. Bir yaşını tamamlamış ve
kabakulak geçirmemiş herkes aşılanabilir. Aşı tek başına veya
kızamık-kızamıkçık aşıları ile birlikte de yapılabilir. Hamilelere yapılmaz. 

Tedavi: 

Kabakulak kendi kendisini sınırlayan bir hastalıktır. Destekleyici ve
belirtilere yönelik tedavi yapılır. Hastalar mutlak yatak istirahatine alınır
ve en az iki hafta diğer şahıslardan ayrı tutulmalıdır. Hastalığın
başlangıcında gammaglobulin yapılırsa hafif geçmesi sağlanabilir. Antibiyotik
verilmez. Şişmiş tükrük bezlerine sıcak tatbiki ve aspirin kullanma ağrıyı
kontrol eder. Bu hastalar, ağrı sebebiyle katı gıdalar alamazlar, sıvı
gıdalarla beslenmelidirler.

KIZAMIKÇIK

Kızamıkçık, özel bir virüs olan Rubella ile meydana gelen, bulaşıcı bir hastalık, German measles olarak da bilinir. Hastalığı ilk olarak Nagner, 1829’da kızamık
ve kızıldan ayırmıştır. 1938’de Hiro ve Tasaka, hastalığı deney yolu ile
sağlamlara bulaştırmayı başarmışlar ve sebebinin bir virüs olduğunu
bulmuşlardır.

İşaret ve semptomlar 

Hastalık, en çok kış ve ilkbahar
aylarında artar, geniş salgınlar yapmaz. Temasla bulaşır. Daha çok 2-10 yaş
arasındaki çocuklarda görülür. Büyükler arasında nadirdir.

Kuluçka dönemi:
 15-25 gün arasında değişir. Rubella enfeksiyonlarının yaklaşık yarısı
asemptomatiktir. Hastalığın ilk bulgusu, yüzden beden ve uzuvlara yayılan ve iki günün içinde kuruyan pembe lekelerin görünüşüdür.

Bir çocuğun arkasında kızamıkçık lekeleri Hafif nezle ve ateşle başlar. Yüksek ateş 3-4 günde normale iner, hastada
biraz halsizlik, hafif baş ağrısı, nezle ve konjonktivit
(göz iltihabı) vardır. Üçüncü günü baş ve yüzden başlayan döküntüler boyun ve gövdeye yayılır. Döküntüler, pembe renkte, yuvarlak ve deriden hafif
kabarıktır. Kızamık döküntülerinden daha seyrektir. 2-3 gün içinde solarlar. Kızamıkçık hafif geçer. Boyundaki lenf bezleri grup halinde büyür. Teşhis koyarken, kızamıkçığı diğer döküntülü hastalıklarla karıştırmamalıdır.

Bu hastalık, çoğunlukla hafif ve çabuk çoğunlukla, fark edilmeden geçer. Hastalık, 1-5 gün devam edebilir. 2-3 hafta süren kuluçka dönemi vardır.
Çocuklar, erişkinlerden daha çabukça iyileşirler. Yaşlı kişilerde bulgular daha ağırdır.

Tedavi 

Kızamıkçık, tedavi gerektirmeyecek kadar hafif seyirli ve iyi gidişlidir. Hastalara yatak istirahati tavsiye edilir. Ateş düşünceye kadar hafif bir diyet
(perhiz) verilir. Gerekirse aspirin ve vitamin de verilebilir. Hastaların bir hafta tecridi, bulaşmanın önlenmesi bakımından yeterlidir.

Hamilelerde kızamıkçık 
Kızamıkçıktan hamilelerin korunması önemlidir. Hamile bir kadının, çocukluğunda kızamıkçık geçirmemişse, kızamıkçıklı çocuklarla teması kesin
olarak gönlenmelidir. Enfeksiyon tehlikesi bulunan kadınlara, gammaglobulin uygulanmalıdır.

Kızamıkçık, özellikle gebeliğin ilk üç ayında hastalığa yakalanan annelerin çocukları için tehlikelidir. Çocuğa geçen kızamıkçık virüsü, çocuğun normal gelişimini
bozmakta ve çocuğun bir takım anormalliklerle doğmasına yol açmaktadır (kalp anormallikleri, göz anormallikleri, sağırlık vs.).

Aşı 
Zayıf da olsa bir bağışıklık sağlayan kızamıkçık aşısı kızamıkçık geçirmemiş olan hamile kadınlara da yapılabilir (ölü aşı). Gebelere
canlı aşı uygulanmaz. aşı olduktan sonra 4 güne kadar vücudun(aşı olunan yer)suyla teması kesilmelidir.

Kızamıkçık, tekrarlayan bir enfeksiyon hastalığıdır. Aşılanmada en iyi metod, kız çocuklarının canlı aşı ile aşılanmaları ve olgunlaşma yaşına gelenlerin incelenerek, sadece bağışıklığı kalmamış olanların yeniden aşılanmalarıdır.

SU ÇİÇEĞİ

Suçiçeği Karamuk, varicella da denilen, oldukça bulaşıcı, selim seyirli, daha ziyâde çocuklarda görülen, deri ve mukozalarda sathî, içi saydam sıvıyla dolu baloncukların husûlüyle karakterize bir hastalık. Hastalığın sebebi, varicella zoster denen bir DNA’lı virüstür. Bu virüsün bir tipi vardır, doku kültürlerinde ürer. Virüs organizmaya solunum yolundan girer. Burada ve organlarda çoğalır, kan dolaşımına karışır. Deriye ve bâzan akciğere yerleşir. Hastalığın kuluçka dönemi 12-16 gündür. 37,5-39° ateşle başlar. 24 saat içinde pembe renkli döküntüler meydana gelir. Bu döküntüler en fazla gövdede bulunur. Kırmızı kabarıklık şeklinde başlar. Daha sonra birkaç saat içinde, içi berrak sıvı dolu baloncuk hâline geçer. Baloncuk içindeki sıvı 24-48 saatte bulanıklaşır. Üçüncü gün baloncuk ortasında göbekli bir kısım belirebilir. Sonra kurur ve kabuklanır. Koyu kahverengi pullar hâlinde dökülür ve iz bırakmaz. Târif edilen döküntü gelişim dönemlerinin her biri aynı anda görülebilir. Bu, su çiçeğinin çiçek hastalığından ayrılması için özel bir belirtidir. Genel olarak döküntüler gün aralıklarıyla 3-4 alevlenmeyle çıkarlar. Daha sonra ateş düşer. Hastalık nâdiren yılancık ve orta kulak iltihabına dönüşebilir. Ölüm oranı % 1’den azdır. Su çiçeği virüsüyle yetişkinlerde zatürre ortaya çıkabilir. Su çiçeği geçirende devamlı bir bağışıklık durumu ortaya çıkar ve ikinci defâ yakalanma çok nâdirdir. Teşhisi kolaydır. Alışkın olmayan bir göz çiçeğiyle karıştırılabilir. En çok 2-6 yaş olmak üzere çocuklarda salgın yapar. Kışın ve baharda fazla olan hastalık, ilk dönemlerde bulaşıcı olup, damlacıklarla veya deri temasıyla bulaşır. Özel bir tedâvisi yoktur. Üzerine eklenen bakteri enfeksiyonlarını önlemek için antibiyotikler verilebilir. Hasta çocuklar tecrit edilir ve ancak kabuklar düştükten sonra okula devam etmelerine izin verilir. Suçiçeği Hastalığının Tanımı Suçiçeği ya da varisella, herhangi bir yaşta ortaya çıkabilirse de daha çok çocuklarda görülen bir bulaşıcı hastalıktır. Bu hastalığın tipik özellikleri ateşle seyretmesi ve deride ortaya çıkan kabartılardır. Suçiçeği adının da bu kabartıların birkaç saat içinde içi saydam sıvıyla dolu kesecikler haline gelmesiyle ilişkili olduğu söylenmektedir. Başlıca Nedenleri Bu hastalık özellikle on yaşın altındaki çocukları etkileyen salgınlar şeklinde ortaya çıkar. Varisella zoster virüsünden kaynaklanır ve olağanüstü bir bulaşıcılığa sahiptir. Her ne kadar bu hastalığı geçirmekle yaşam boyu bağışıklık kazanılırsa da, virüs uyku halinde bekleyip daha sonra yetişkinlik çağında kendini herpes zoster yani zona olarak gösterebilir. 

Suçiçeğinin Çocukluk Çağındaki Belirtileri Nelerdir?
Enfeksiyondan sonra 14 ila 21 günlük bir kuluçka devresi vardır ve daha sonra çocuk ateşlenir ya da hafif bir titreme görülür veya kusma ile sırt ve bacaklarda ağrı gibi şikayetlerle kendini daha hasta hissedebilir. Hemen hemen aynı zamanda, sırt ve göğüste, bazen de alın çevresinde ve daha nadiren kol ve bacaklarda çok sayıda kırmızı ve kaşıntılı kabartı oluşur. Bu kabartılar birkaç saat içinde saydam bir sıvıyla dolu kesecikler haline gelir. Bu keseciklerin görülmesi birkaç gün devam eder ve ikinci günden itibaren içerikleri irine dönüşüp, bir iki gün içinde patlayabilir ya da kuruyup büzüşerek tepelerinde kahverengimsi kabuklar oluşur. Bu küçük kabuklar bir haftaya varmadan pullanarak dökülür ve iyileşme tamamlanır.
Hastanın Çevresindekilerden Tecrit Edilmesi Gerekli midir?
Hasta çocuk döküntünün görülmesinden itibaren bir hafta süreyle ya da kesecikler kuruyuncaya değin bu hastalığı geçirmemiş çocuklardan tecrit edilmelidir. Ancak kabukların dökülmesini beklemeye gerek yoktur.
Hangi Yaşlarda Görülebilir? Belirgin Olarak Görüldüğü Dönemler Var mıdır? Çoğunlukla çocukluk çağında görülür. Kış ve ilkbaharın ilk ayları suçiçeğinin yaygın olarak görüldüğü aylardır. Yetişkinler Daha Büyük Risk Altında mıdır? Yetişkinler ve ergenlik çağındakiler çocuklara kıyasla daha ağır hastalık riski altındadırlar. Ağrı, ateşin süresi, kırıklık, kaşıntı gibi belirtiler daha şiddetli olur, döküntü daha geniş alana yayılır ve daha uzun sürede iyileşir ve hastalığın seyri daha uzun olur. Ayrıca, suçiçeği olan yetişkinler ve gençler için şiddetli komplikasyon riski daha yüksektir. 
Suçiçeği En İyi Nasıl Tedavi Edilir?
Tedavi hem belirtilere yönelik hem de etkene yönelik yapılabilir. Belirtileri hafifletmek için antipretikler ya da sistemik atihistaminikler kullanılabilir. Etkene yönelik tedavide antiviraller kullanılır. Erken tedavi ağrı ve şikayetleri azaltır. Bazen kaşıntıyı önlemek için kalamin losyonu kullanılır. Bağışıklık sorunu olan ya da enfeksiyon ve komplikasyonları açısından risk altında bulunan çocukların Varicella zoster enfeksiyonu tedavisinde antiviraller kullanılabilir. Uygulama döküntülerin ortaya çıkmasını takiben ilk 24 saat içinde ve 2 yaşından büyük çocuklarda yapılmalıdır. Antiviraller eğer erken kullanılırsa (döküntülerin ortaya çıkmasını takiben ilk 24 saat içinde), kalıcı izleri azaltır, iyileşme sürecini hızlandırır, lezyon sayısını azaltır, kaşıntıyı azaltır ve ateşi düşürür; hastalığın süresi kısalır ve şikayetler azalır. Kaşıntının şiddetini azaltıp, süresini kısaltarak, asiklovir aynı zamanda döküntülerin yara haline gelip kalıcı izler bırakma riskini de en aza indirir.

KRUP ( laringotrakeobronşit )

Krup ( laringotrakeobronşit ), özellikle 6 ay-3 yaş arası çocuklarda sonbahar sonu, kış ve bahar aylarında görülen, virüslerin yol açtığı bir alt solunum yolu enfeksiyonudur. Bu dönemlerde salgın şeklinde görülmekte, yarattığı solunum sıkıntısı tablosuyla anne babaları korkutmaktadır.

Krup ( laringotrakeobronşit )
özellikle 6 ay-3 yaş arası çocuklarda sonbahar sonu, kış ve bahar aylarında görülen, virüslerin yol açtığı bir alt solunum yolu enfeksiyonudur. Bu dönemlerde salgın şeklinde görülmekte, yarattığı solunum sıkıntısı tablosuyla anne babaları korkutmaktadır. 
Krup Belirtileri Nelerdir? 
Krup belirtileri çok ani başlangıçlıdır. Genellikle çocuk yatağa giderken herhangi bir sıkıntısı yoktur. Gece yarısı ani başlayan solunum sıkıntısı, havlar tarzda kaba bir öksürük ile uykudan uyanır. Öncesinde burun akıntısı olabilir. Hafif ateş görülebilir. Soluk alma sırasında tipik bir ses duyulur, sesi boğuk, kabalaşmıştır. Gündüz iyi olan çocukta, solunum sıkıntısı birkaç gece boyunca görülebilir, giderek azalır. 
Krup Neden Olur? 
Krupta, büyük havayollarının iltihabi reaksiyonu ve mukus birikimi belirtilere yol açar. Nedeni virüslerdir. Küçük çocuklarda havayolları dar olduğundan solunum sıkıntısı belirtileri görülür. Aynı virüsü alan büyük çocukta ise sadece soğuk algınlığı belirtileri görülecektir. 
Krup Nasıl Anlaşılır? 
Belirtiler o kadar tipiktir ki, genellikle hastayı gören çocuk doktoru tanıyı koyacaktır. 
Krup Nasıl Tedavi Edilir?
Viral bir enfeksiyon olduğu için etkene yönelik bir tedavi yoktur. Ancak bazı uygulamalarla çocuğu rahatlatabiliriz. Bunlar arasında öncelikli olan nemli hava, buhar verilmesidir. Evde buhar makinesi yoksa, banyoda sıcak suyu açıp kapıyı kapatarak oluşan buharlı ortamda çocuğun 5-10 dakika kalması sağlanır. Serin gecelerde pencereyi açıp dışarının havasından nefes almasını sağlamak da rahatlatıcı olacaktır. Ateş varsa, ateş düşürücüler verilir. Dik pozisyonda otururken daha rahat nefes alacaktır. Ağlayıp heyecanlanınca solunum sıkıntısı artacağı için, öncelikle siz sakin olmalı, çocuğunuzun da sakinleşmesine yardımcı olmalısınız. Bol sıvı alması uygun olacaktır. 
Bu ilk önlemlerle rahatlamayan daha ciddi vakalarda havayolundaki ödemi çözecek ilaçlar gerekli olabilir. 
Krup Tekrarlar mı? 
Bu tabloya yol açan çok sayıda virüs olduğundan krup tekrarlayabilir. Ancak bir çocuk sık sık krup geçiriyorsa, alerji veya reflüden kaynaklanan problemler için araştırılması gerekebilir. 
Çocuğu Nasıl Koruyabiliriz? 
Grip virüsü dışında krup etkenlerine karşı aşı yoktur. Çocuğu hasta kişilerden uzak tutma, erken yaşta el yıkama alışkanlığı kazandırma önemlidir.

AKUT TONSİLLİT

Çocukluk çağında en sık görülen hastalıklardandır. Bir veya iki tonsilin kendiliğinden iyileşen enfeksiyonudur. Akut tonsillit, klinik olarak genellikle ergenlerde ve genç erişkinlerde diğer yaş gruplarına göre daha sık görülür.

Akut tonsillit bademcik iltihabı

AKUT TONSİLLİT : Çocukluk çağında en sık görülen hastalıklardandır. Bir veya iki tonsilin kendiliğinden iyileşen enfeksiyonudur. Akut tonsillit, klinik olarak genellikle ergenlerde ve genç erişkinlerde diğer yaşgruplarına göre daha sık görülür.
• Beş-altı yaşında pik yapar, ancak 3 yaşından önce ve 50yaşından sonra çok nadir görülür. Akut tonsillitler de farenjitler gibi viral veya bakteriyel nedenlerle oluşabilir. Ani başlayan üşüme-titremeyle birlikte ateş vardır. Ateş 39°C’a kadar yükselebilir. Boğaz ağnsı vardır ve enflamasyonun farengeal kaslan tutmasıyla yutma güçlüğü gelişir. Baş ağrısı, kırgınlık, eklem ağrıları gibi sistemik yakınmalar olabilir. Çocuklarda karın ağrısı, kusma, febril konvülsiyonlar görülebilir. Kulağa vuran ağrı veya akut otitis media gelişebilir. Boyunda, ağrılı lenfadenopatiler vardır. Çocuklarda hafif bir boğaz ağnsı, subfebril ateş, iştahta azalma ve laterji görülebilir.
• Akut tonsilitin tanısı muayene ile konur. Muayenede tonsiller hiperemik ve hipertrofiktir. Tonsillerin üzeri değişen derecelerde eksüda ile kaplı olabilir. Eksüda özellikle tonsil kriptlerinin açıldıkları yerin üzerindedir. Birden çok ve küçük noktalar şeklinde olduğunda folliküler tonsillit olarak adlandırılır. Sıvı alımının azalmasına bağlı olarak mukozalar kuru ve sekresyonlar koyulaşmıştır. Oral kavitede dili kaplayan kalın yapışkan bir mukus olabilir. Tanısal test olarak boğaz kültürüyle etken izole edilebilir. Yine boğaz sürüntüsünden direkt antijen testi ile AGBHS antijenleri araştırılabilir.
• Laboratuvar incelemelerinde lökositoz olabilir. Gram boyamalar bakteriyel tonsillit için yararlı olabilir. Anti Streptolizin-O Testi (ASO), Streptolizin-O’ya karşı insan vücudunda oluşan antikorlardır. Bağışıklikla ilgisi yoktur. 200 Todd ünitesinin üzerindeki değerler anlamlıdır ve 6-12 ay içinde geçirilmiş enfeksiyonu düşündürür. ASO retrospektif olarak tanıda yardımcıdır. Akut streptokok enfeksiyonlannda tanı değeri sınırlıdır. C-reaktif Protein (CRP), bakteriyel enfeksiyonlarda yükselir ve viral enfeksivonlardan ayırmada yararlıdır.
• Akut tonsillit tedavisinde amaç enfeksiyonun yok edilmesi ve semptomların tedavisidir. Yeterli sıvı alımı ve uygun ağız bakımı önemlidir. Antiseptik gargaralarla lavaj yapmak ağız bakımı için yeterlidir. Bunun yanında yatak istirahati, yeterli sıvı alımı, analjezik, antipiretik ve bakteriyel enfeksiyon düşünülenlerde antibiyotik verilir. Bakteryel enfeksiyonda antibiyotik verilmeyenlerde genellikle hastalık bir haftada kendini sınırlar. Ancak antibiyotik vermek belirgin bir şekilde baş ağrısı, ateş ve lenfadenopatileri azaltır. Ayrıca olası bir akut romatizmal ateş veya akut glomerülonefrit gibi komplikasyonlar önlenmiş olur. İlk tercih olarak penisilin grubu antibiyotikler 10 gün süreyle oral veya tek doz depo penisilin parenteral yolla verilir.
AYIRICI TANI:
 Difteri:

• Etken, Corynebacterium difteridir. Uvula, yumuşak damak, tonsil plikaları ve tonsili kaplayan larenkse kadar uzanabilen; kaldırılınca altındaki doku kanayan, kirli gri renkte psödomembranla karakterizedir. Membranların mukozaya adezyon göstermesi patognomoniktir. Başlangıçta hafiflokal semptomlar varken, süratle ilerleyip dezoryantasyona, üst solunum yolları obstrüksiyonuna ve kardiyak toksisiteye neden olabilir.
• Ekzotoksinler ile nörotoksik ve kardiyotoksik etki gösterir. Horlama, stridor ve krup öksürüğü ile servikal lenfadenopatilere bağlı boğa boynu görünümü olabilir. Kesin tanı, kültür veya gram boyama yoluyla basilin gösterilmesi ile konur. Tedavisi acildir. Süratle 500-1000 Ünite/kg antitoksik serum ve yüksek doz penisilin verilir. Üst solunum yolları obstrüksiyonu gelişirse trakeotomi açılır. Penisilin, eritromisin ve tetrasiklinle taşıyıcılık ortadan kaldırılır.√ Vincent Anjini:
• Farenjitle birlikte ülseratif nekrotizan gingivit ve stomatittir. Genellikle oral hijyeni bozuk olanlarda görülür. Etkeni spiroket ve fusiform bakterilerdir. Gri, nekrotik psödomembranlar tonsil veya farengeal mukozanın üzerini kaplar. Bu psödomembranlar yüzeysel mukozanın nekrozuyla oluşur. Tanı, klinik muayene ve kültürle konur.
• Tedavide penisilin verilir. Enfeksiyöz Mononükleoz: Klinik olarak, şiddetli akut tonsillit atağına benzer. Ancak beraberinde splenomegali, karaciğer hasarı, döküntü ve tonsil üzerini kaplayan beyaz, düzensiz membran vardır. Periferik yayma tanı için karakteristiktir. Geniş, immatür mononükleer hücreli lenfositoz görülür. Paul-Bunnel testi pozitiftir. Tedavi semptomatiktir. İstirahat, analjezik ve uygun sıvı verilir. Ampisilin kulanan olgularda jeneralize rash döküntüsü ortaya çıkabilir.

BEBEKLERDE GAZ SANCISI (INFANTİL COLİC)

Yeni doğan bebeklerde görülen ve bebek 6 aylık olana dek bebeklerde şiddetli bir huzursuzluk, karın bölgesinde gaz toplanması ve bebekte gaz sancısına bağlı bacaklarını toplama, bebekte yüz bölgesinde kızarma morarma, saatlerce süren ağlama ve şiddetli huzursuzluk vardır.

Gaz sancısı: (İnfantil Spazm)

Yeni doğan bebeklerde görülen ve bebek 6 aylık olana dek bebeklerde şiddetli bir huzursuzluk, karın bölgesinde gaz toplanması ve bebekte gaz sancısına bağlı bacaklarını toplama, bebekte yüz bölgesinde kızarma morarma, saatlerce süren ağlama ve şiddetli huzursuzluk vardır. Bu tablo ,bazen anne ve babayı çaresiz ve bitkin düşürecek kadar uzayabilir Uzun yıllar özveriyle çalışmış bir bebek hemşiresi olan Nurse Harvey’s bebeklerdeki bu tabloya biraz da mizahi yaklaşmış ve Hasret sancısından daha şiddetli tek sancı vardır, oda gaz sancısıdır….” diyerek bebeğin o anki ıstırabını dile getirmeye çalışmıştır yazdığı bir kitapta. Kısaca bu tabloyu özetledikten sonra sizlere pratikte uygulayabileceğiniz birkaç öneride bulunmak istiyorum.
1.Annede gaz sancısı yapan her türlü gıda bebekte de gaz yapacaktır. (karnabahar, nohut fasulye, turşu, soğuk süt alımı vb.) Anne bu dönemde beslenmesine dikkat etmelidir.
2.Bebeği beslemeden önce mutlak her iki burun deliğinin açık olup olmadığını kontrol etmeli ve tıkalıysa serum fizyolojik içeren spreylerle önce burun deliklerini açıp 5  dakika kadar bekleyip burun aspiratörü ile burun deliklerini temizledikten sonra  beslemeliyiz bebeklerimizi. Bebekler yaklaşık 1 yaşına kadar nefes alıp verirken bizler gibi ağız yolunu kullanamazlar. Dolayısıyla burnu tıkalı olan bebek beslenirken yorulacak ve bu arada bol miktarda hava yutacaktır.
3.Bebeğinizi besledikten sonra asla sırt üstü yatırmayınız. Bir yastıkla destekleyerek sağ veya sol yana yatırmak daha uygun olacaktır. bu gaz açısından önemli olduğu kadar, bebeğimizin nefes borusuna gıda kaçmaması açısından da önemlidir.
4. Anne sakin bir ortamda ve oturur pozisyonda iken bebeğini beslemelidir .Bu besleme süresi her meme için 5 er dakikayı geçmemelidir. Yine sıkça karşılaştığımız bir durum bebek yatar pozisyonda iken annenin bebeği emzirmesi ki buda gaz sancısını arttıracaktır. İlk 10 güne kadar her ağladığında bebeği emzirmek doğru iken 10.günden sonra en az 2 saat aralarla ve toplam 10 dk’yı geçmeyecek sürede bebeklerimizi emzirmeliyiz. Eğer bu kurallara uymazsak hıçkırık artacak sonra anne baba ve bebek için uykusuz geceler gaz nedeniyle başlayacaktır. Fazla hıçkırığın başlaması demek bebeğimizin hava yutması demektir. dikkat edilmesi gereken bir unsurdur.
5.Bebeğinizin her beslemeden sonra sırt bölgesini yukardan aşağıya sıvazlayarak gazını çıkartmalıyız.

DOĞUMSAL KALÇA ÇIKIĞI(DKÇ)

Sanıla­nın aksine bebekte kalça çıkığının oluşumu ani ve akut bir olay olmayıp, zaman içerisin­de gelişir. Bu zaman dilimi anne karnında bebeğin organlarının oluşumu sırasında baş­layıp, doğumdan sonra da (eğer tedavi edil­mezse) ilerleyici bir şekilde devam eder.

Doğuştan kalça çıkığını (DKÇ) ve bunun oluşturduğu sorunları ortaya koyma­dan önce DKÇ’nin doğru tanımını yapmak gerekir. Türk Ortopedi Tarihinin saygıdeğer hocalarından Prof. Dr. Akif Şakır SAKAR derslerinde DKÇ’yi “Kase şeklinde olması gereken kalça ekleminin tabak şeklinde ol­ması”” şeklinde tanımlamıştır. Bu tanımlama kafamızda somut bir şekil oluşması açısın­dan bugün de bize yol göstericidir. Sanıla­nın aksine bebekte kalça çıkığının oluşumu ani ve akut bir olay olmayıp, zaman içerisin­de gelişir. Bu zaman dilimi anne karnında bebeğin organlarının oluşumu sırasında baş­layıp, doğumdan sonra da (eğer tedavi edil­mezse) ilerleyici bir şekilde devam eder.
Nasıl oluşur?
DKÇ’yi bir bütün olarak düşünmek ve bozukluğun sadece kemik, kas veya bağ do­kularından herhangi birinde olmayıp, bu bölgedeki yapıların tümünü birden ilgilen­dirdiğini bilmekte yarar vardır. Hastalığın oluşumunda birçok faktör rol almaktadır, bunları bağ dokudaki gevşeklik, anne kar­nındaki kötü pozisyon (makadi doğum vb.), ikiz gebelikler, genetik faktörler ve do­ğum sonrası geleneksel yanlış alışkanlıklar olarak sıralayabiliriz. Yukarıda bahsedilen faktörlerden genetik ve geleneksel alışkan­lıklar üzerinde biraz duracağız. Wynne-Davies adlı araştırmacının yaptığı 589 DKÇ’li çocuğu kapsayan çalışmaya göre;
1- Normal ebeveylerin ilk çocuklarında DKÇ varsa diğer bebeklerde ki DKÇ riski % 62- Ebeveynlerden birinin DKÇ’li olması durumunda doğacak çocuğun DKÇ riski % 123- Ebeveynlerden birinde ve çocukların­dan herhangi birinde DKÇ varsa doğacak çocuğun DKÇ riski % 36 olarak belirlenmiş­tir.
Ülkemizde 1997 yılında yapılan bir çalış­maya göre Türkiye’deki DKÇ sıklığı % 0.5-1.5 arasındadır.
Ayrıca kızlarda DKÇ görülme riski erkek­lere oranla 4-6 kat daha fazladır. Yeni doğanların fizyolojik pozisyonu, kurbağa pozisyonu dediğimiz bacaklar ve dizler kıvrık ve ayrık olan duruş şeklidir. Halk arasında yanlış ola­rak bilinen, ara bezlerinin bacaklarda eğrilik yaptığı şeklindeki inanış nedeniyle, bir­çok aile bilinçsizce bebekleri kundaklamak­tadır. Bu da bebeğin anatomik gelişimini en­gellemekte ve kalça çıkığına yol açmaktadır. Bu nedenle kundaklama alışkanlığından top­lum olarak vazgeçmeliyiz.
DKÇ’DE ERKEN TEŞHİSİN ÖNEMİ NEDiR?
DKÇ’de erken teşhis hayati önem taşı­maktadır. DKÇ’nin erken tedavisi basittir ve tartışmasız iyi derecede sonuçlar vermekte­dir. Erken tedavisi ise erken dönemde tanı ile mümkündür. Tanının gecikmesi ile teda­videki başarı şansı azalmaktadır. Nitekim l haftalık, l yaşında veya 5 yaşında DKÇ tanı­sı konup, tedavi gören 3 çocuğun her biri erişkin yaşa geldiklerinde üç farklı kalça ya­pısına sahip olurlar, l haftalık iken tanı kon­muş olan çocuk tamamen sağlam iken, 5 ya­şında DKÇ saptanıp uygun tedavi gören ço­cuğun sakatlık riski çok yüksektir. 
EBEVEYNLER NE YAPMALIDIR? 
DKÇ ile ilgili en önemli problem tanı zorluğudur. Bunun nedeni ebeveyneler ço­cukla ne kadar ilgili olurlarsa olsunlar, ço­cuk yürüme çağına gelene kadar, anne-babayı uyarıcı, dikkat çekici bir özelliğin ol­mamasıdır. Bu yüzden çoğu zaman tanı yü­rüme çağına kadar gecikir. 
Bir hastalığı önlemenin en geçerli yönte­mi “”taramadır””, bu adeta savaşı kan dökme­den kazanmaya benzer. DKÇ’nin dramatik yönü, geciken tanı nedeniyle ilerideki yıllar­da oluşabilecek sakatlıkların maddi ve ma­nevi kayıpların, 10 dakikalık bir ortopedik muayene ile önlenebilir olmasıdır. Biz, be­densel ve ruhsal açıdan sağlıklı nesiller ye­tiştirebilmek için diğer yapılan bütün çalış­malara ek olarak, bebeklerimizin 2-3 aylık olduklarında rutin olarak ortopedi uzmanınca DKÇ yönünden fizik muayene taraması­na tabi tutulmasını ve riskli vakaların saptanmasını önermekteyiz. Şu tanım kesinlikle akıldan çıkarılmamalıdır;
“Doğuştan Kalça Çıkığı Önlenebilir bir sakatlıktır.”

ÇOCUKLARDA FE EKSİKLİĞİ ANEMİSİ (İŞTAHSIZLIK)

Fe eksikliği en sık 6 ay ile 3 yaş arası çocuklarda görülmekte olup maalesef ki hala göz ardı edilen ve mutlak tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır.

Demir eksikliği anemisi ve Çocuklarda İştahsızlık 
Anemi kelime anlamıyla vücuttaki hemoglobin düzeyinin 11.5 gr/dl nin altına düşmesi olarak adlandırılır.
Anemiye neden olan bir çok sebeplerden biri de bu gün anlatmaya çalışacağım Fe eksikliği anemisidir.
Fe eksikliği en sık 6 ay ile 3 yaş arası çocuklarda görülmekte olup maalesef ki hala göz ardı edilen ve mutlak tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır.
Ailelerin en büyük sorunu çocuklarındaki iştahsızlık süt çocuklarında katılma nöbetleri ,oyun çağı çocuklarında toprak yeme, sigara külü yeme hatta kireç yeme gibi belirtilerle sağlık kuruluşlarına başvururlar .
Fe eksikliği anemisi olan çocuklarda solgun yüz görünümünün yanı sıra mavimsi bir renk almış sklera(göz bebeklerinin etrafındaki tabaka) ilk bakışta dikkat çekicidir. Bunun yanı sıra aile çocuğunun İştahsız olduğundan yakınmaktadır.
Çocuklarda iştahsızlığın en büyük nedenlerinden biridir. Ve vücuttaki Fe depoları doldurulmadıkça bu iştah problemi asla düzelmeyecektir.
Boşalmış olan Fe depolarının dolmasıyla çocuğun iştahı 45 gün 2 aylık periyot içerisinde normale gelmekle beraber çocuğumuzun solgun yüz görünümünün yerini daha sağlıklı bir görünüm alacak ve skleralar mavimsi rengini kaybedip normal olan beyaz renge dönecektir.
Burada şu konuya dikkat çekmek isterim ki halk arasında iştah şurubu olarak bilinen ilaçlar Antihistaminik şuruplar olup allerjik reaxion tedavisinde kullanılırlar bunların geçici yan etkisi de iştahta artmadır. (bu iştah artımı yanıltıcı ve kısa sürelidir).
Sevgili Anne ve Babalar, bilinçsizce tüketilen bu şurupların zeka gelişimi ve beyinsel aktivede artışa neden olduğu epilepsi (havale) ye neden olduğu son yıllarda kanıtlanmış olup gelişmiş ülkelerde 2 yaşının altında kullanımına sınırlar getirilmiştir. Yine şunu söylemek isterim ki keşfedilmiş bir iştah şurubu halen yoktur 
Fe eksikliği anemisini normal doğan çocuklarda 4.ayda Fe başlanması ilne önleneceğini unutmayıp mutlak 4. Aydan itibaren Fe başlanmasını öneriyorum.
Fe eksikliğinin zeka gelişimine, fiziksel gelişime ve ruhsal gelişim üzerine de ciddi olumsuz etkilerinin bulunduğu son yıllarda yapılan bir çok çalışmada vurgulanmaktadır.
Antalya ve çevresinde polikliniğe başvuran hastaların %40 ından fazlasında bazen tesadüfen bazen de diğer hastalığına ikincil Fe eksikliğinin gözlendiğini biliyoruz. 
Halen gelişmekte olan ülkelerin çocuk sağlığı açısından en önemli sorunlarından olan Fe eksikliği anemisi oysa kolayca tedavi edilebilen ve çocuğun fiziksel ruhsal ve zeka gelişimi etkilemeden 2-3 aylık bir Fe tedavisi sonucunda tümüyle ortadan kalkan bir hastalıktır.
Sevgili Anne ve Babalar, yazımda belirtiğim belirtiler çocuğunuzda mevcutsa iştahsızlık şikayeti uzun süredir sizi üzüyorsa soluk yüz görünümü gibi belirtiler varsa mutlak bir sağlık kuruluşuna başvurunuz.
Unutmayalım ki sağlık, beden ruh ve zeka ile bir bütündür ve unutmayalım ki sağlıklı bireyler sağlıklı nesilleri sağlıklı düşünen toplumu oluşturacaktır.